“git Rusya Şampiyonu ol”,

“git Rusya Şampiyonu ol”,

FM Selim Gürcan Yorum yapılmamış

git, Rusya Şampiyonu ol’,

Oldum olası turnuva günlerinde yalnız dolaşmayı severim. O gün Arbat sokağındaydım ve ‘O’na ilk kez orada rastladım…

Rusya şampiyonasıydı…Yaklaşık bir saat sonra dördüncü tur başlayacaktı ,yani ilk üç turu geçmiştik, geçmiştiler daha doğrusu, sıralamada üçte sıfır puanla sonuncu durumdaydım. Birkaç hafta öncesine kadar kariyerinin en önemli turnuvalarını başarıyla tamamlamış biri için oldukça şaşırtıcı bir başlangıçtı. Daha şaşkınlık verici olan maçları nasıl kaybettiğimdi, masaya oturuyor dalıp gidiyor ve tek hamle yapmadan bayrağım düşüyordu. Böylesi ilk kez oluyormuş, ne gören ne işiten varmış, -sanki ben görmüşüm işitmişim gibi.- Turlardan sonra rüzgar gibi salonu terk ediyor ve benimle iletişim kurmak isteyen kişilerin çabalarına da tepki vermiyordum.

Arbat sokaktaydım, bir o yana, bir bu yana, ama aslında orada değildim, bir çeşit meditasyon yapıyordum adeta.

Bacaklarım turnuvanın yapıldığı opera binasının bulunduğu caddeye yönelmekteydi ki, ‘O’nu gördüm. ‘Dünyanın en güzel kadınını, dünyanın en güzel varlığını, dünyanın en güzel meleğini… Beni görmedi, hiçbir yere hiçbir nesneye bakmıyordu ki. Hayır, hayır, bakıyordu, yere doğru, arzın merkezini görüyormuşçasına, kayıtsız.

Beni tanıyan herkes ne kadar çekingen olduğumu bilir, oysa oradaki ben, ben değildim, ya da oradaki ben, bendim, Türklerin Yunus Emre’sinin ”bir ben vardır benden içeri”si canlanmıştı içimde. Oturduğu yerden kaldırmak istercesine elimi uzattım, yavaşça yüzünü yüzüme çevirdi romanlardaki, şiirlerdeki, azize tasvirlerindeki ilahi hüznüyle. Elime dokundu, tuttu, evet bir kelebeğin kanatları okşuyordu elimi, dünyanın en güzel meleğinin kanatları…Yanına oturmuştum çoktan. ‘Bilir misin ?’ dedi, ‘Hani bazı kelebekler varmış, rengarenk çiçeklere konarlarmış, küçücük kedi yavrularıyla kovalamaca oynar, arılarla dans ederlermiş seçmeden balarısı eşekarısı,-sen hiç günah işleyen bebek gördün mü ?-o seyre doyulmaz çiçeklerde, içmeye kanılmaz pınarlarda uzun-uzun kalamazlarmış, bilir misin neden? İkinci günü olmazmış o kelebekciklerin…’-sen hiç günah işleyen kelebek gördün mü?-

Birden o­na bir şey vermek istedim, ceplerimi karıştırmaya başladım, dedem geldi gözümün önüne, sihirbaz gibi cebinden türlü şekerler çıkarıp bana ve rastlaştığımız miniklere verdiği haliyle, -Arada, arkası süslü bir ayna verdiği de olurdu, eski bir gümüş yüzük de- Nasıl da isterdim benim de sihirli bir cebim olsun. Ne o zaman ne şimdi hiç sihirli cebim olmadı, ama olsun ! Bir pusula çıktı cebimden,-evet evet dedemden kalan ve arada bir yanıma aldığım ve antika denilebilecek kadar eski, sevimli, küçücük bir denizci pusulası. Bir de aceleyle bir şeyler karalanmış bir kağıt parçası*, üzerinde ne yazdığını cebimde ne aradığını bilmediğim bir kağıt parçası. Pusulayı sıcacık avuçlarına bıraktım. İpeksi ılık elleri yağmur damlacığı gibi süzülüp avuçlarımdan pusulayı sarmaladı, dudaklarına götürdü, sonra göğsüne bastırdı, boynundaki kelebek tasviri kolyenin zincirine taktı. Tekrar süzülüp elleri kelebek tasvirini avuçlarıma bastırdı. Ardından, nereden nasıl cebime girdiğini bilmediğim kağıt parçasına takıldı gözlerimiz, ‘Seni hiç aldatmadım’ dedim,’Gerçek bir satranç ustası aldatmaz’, gülüştük… Usul -usul ‘Bir gün beni aldatacağına söz verir misin?’ dedi, ben tereddütsüz ‘Evet’ dedikten sonra, ‘Senin için…’, ‘Senin için…’ gittikçe duyulamayacak kadar alçak bir sesle ‘ölebilirim’ dedim. Ne olursa olsun ölüm sözcüğünü duymasını istemiyordum. Beni de bastırdı göğsüne, bir elinde elimden aldığı kağıt parçası… Birbirimizi okşarken hangimizin dede, hangimizin bebe olduğunu kimse anlayamazdı, belki de gerçek olan birbirimizin bebeği olduğumuz, birbirimizin dedesi, ninesi olduğumuzdu…Göğsünde gözlerimi kapadım…

Biraz gecikmeyle turnuva salonundaydım, masa başında yaptığım yenilikle, üstün konum elde edip oyunu kazandım. Sonraki turlarda da kariyerimin en güzel oyunlarını oynuyordum, o­nyedinci tura gelindiğinde o­niki buçuk puanla en yakın rakibimi -Gregor Zoşçenko- yarım puan geçmiştim. Son turda da otoritelerin berabere sonuçlanacağını öngördükleri maçı da kazanarak şampiyon oldum. ‘Dünyanın en güzel varlığına armağan olsun!’

İpek kanatları yüzümü okşarken göğsünde gözlerimi açmıştım, fısıltıyla ‘bebeğim’ demişti, ‘dördüncü tura geç kalacaksın?’ son bir armağan ver bana’ ‘git, Rusya şampiyonu ol’

* ‘sevgili dostum turnuvadan ihraç edilmen ya da devam edebilmen için federasyon yetkilileri ve organizatörler ikiye bölünmüş durumda, ilgililer Rusya birinciliğine gölge düşmesinden ve senin satranç kariyerinin yara almasından korkuyorlar. Bu notu bilgin olsun diye yazdım, sonuç ne olursa olsun, sen benim için her zaman Koca Usta Mişa’sın ve hep öyle kalacaksın, -bu arada ben de üçte iki’yim, 15 tur daha oynayacağız, herhalde 12,5- 13,5 puan şampiyon olur.’ Senin Grişa’n 10-10-2002, İst

 

Fikri Cengiz

Anahtar Kelimeler
Fikri Cengiz
Bir yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir