Satranç Öyküleri I

FM Selim Gürcan Yorum yapılmamış

Satranc oyunu ile ilgili bildigim en anlamli ve en nesnel metni Stefan Zweig’in Satranc isimli romaninda okudum, oykulerime baslamadan o­nce kocaman bir alinti halinde o­nu aktariyorum:
 
Yasamim boyunca bir satranc ustasiyla tanisma firsatim hic olmamisti ve simdi boyle bir insani gozumde canlandirmak icin ne kadar cok ugrasirsam, butun bir yasam boyu yalnizca altmisdort siyah-beyaz karenin cevresinde donen bir beyin eylemi bana o kadar akil almaz geliyordu. Gerci kendi deneyimlerinden ‘krallarin oyunu’nun gizemli cekiciligini biliyordum; insanoglunun dusunup buldugu oyunlar arasinda, rastlantinin her turlu despotluguna karsi koyan ve zafer kupalarini yalnizca akla ya da daha cok tinsel yetenegin belirli bir bicimine veren tek oyun. Ama satranca oyun demekle, haksiz bir kisitlama yapmis olmuyor mu insan? Satranc ayni zamanda bir bilim, bir sanat degil mi, yerle gok arasinda suzulen Muhammed’in tabutu gibi bu iki kategori arasinda gidip gelmiyor mu, butun karsit ciftlerin bir kerelik bilesimi degil mi? Hem cok eski, hem de yepyeni, duzenegi hem mekanik hem de dus gucune bagli, hem sabit geometrik bir alanla sinirli hem de bilesimleri sinirsiz, hem surekli gelisen hem de kisir, hicbir yere goturmeyen bir dusunme, hicbir seyi hesaplamayan bir matemetik, yapitlari olmayan bir mimari, bununla birlikte varligiyla butun kitap ve yapitlardan daha dayanikli oldugu su goturmez; butun halklara ve butun zamanlara ait olan tek oyun; can sikintisini oldurmesi, zihni acmasi, ruhu canlandirmasi icin hangi tanrinin o­nu yeryuzune gonderdigini kimse bilmez.
Baslangici ve sonu nerededir? Her cocuk o­nun temel kurallarini ogrenebilir, her acemi o­nda sansini dener, ama yine de bu degismez dar karenin icinde ozel ustalar yaratir satranc, oteki insanlarin hicbiriyle karsilastirilamaz bunlar, yalnizca satranca yonelik bir yetenegi olan insanlar; gorus, sabir ve teknigin tipki matematikciler, sairler ve muzisyenlerdeki gibi belirli bir oranda, ama farkli katman ve baglamlarda etkin oldugu ozgul dahiler.
……………..
Boyle olaganustu, dahice bir oyunun ister istemez goreceli ustalar yaratacagi gercegini uzun zaman o­nce anlamistim; ama dunyayi yalnizca siyah ile beyaz arasindaki dar yola indirgeyen, otuz iki tasi bir oraya, bir buraya, bir ileri bir geri oynatarak hayatinin zaferini kazanmaya calisan kivrak zekali bir insanin yasamini kafada canlandirmak ne kadar guc, ne kadar olanaksizdi; bu insanin yeni bir oyuna baslarken piyade yerine ati yeglemesi olay yaratir ve bir satranc kitabinin ufacik bir kosesinde adinin gecmesiyle olumsuzluge ulasmasini saglar; bu insan, bu akil insani, aklini kacirmadan o­n, yirmi, otuz, kirk yil boyunca butun dusunme gucunu tekrar tekrar ayni gulunc amaca yoneltir: Bir tahtanin uzerinde tahta bir sahi koseye sikistirmak!

                          II

-Baba hani bana satranc ogretecektin?
-Ogretecegim… zamani gelince.
-Ne zaman gelecek zamani?
-Biraz daha buyumen lazim.

Babasi bes yasinda satranc takimi hediye almis, ama cocuga sadece cin damasi ogretmisti. Satranc cok karmasik bir oyundu ve ogrenmek icin o­nce buyumesi gerekiyordu.

Uc yil boyunca cocuk icin satranc bir suru aletin tuhaf sekillerde gittikleri ve oynamak icin cok zeki olmak gereken buyulu bir oyun olarak kaldi. Cocuk bu arada teyzeleriyle cekismeli cin damasi maclari yapmakla yetindi…

Sekiz yasinda bir gun babasi cocuga sonunda satranc ogretti. Kaleler duz gider, filler capraz. Atlar iki o­ne bir yana. Aletlerin uzerinden de sicrayabilirler. Zavalli piyonlar sadece bir o­ne gidebilir. Ustelik de, ne tuhaf, o­nundeki degil o­n caprazindaki taslari yiyebilirler. Sahin degeri sonsuz, vezir sahtan sonraki en kiymetli tas. Fil ve at yaklasik ayni degerde, ama kale kadar degerli degiller.

Cocuk isyan etti, ama baba, ha duz gitmissin, ha capraz. Tahtayi capraz tutarsan kale capraz gitmeye baslar, fil duz. Babanin aklina o anda filin sadece tek renkte dolasabilecegi gelmedi. Hmm, yine de kale daha degerlidir, zaman icinde anlarsin.

Kurallar biter bitmez bir oyun oynadilar. Bak, bu yaptigin cok sacmaydi, daha bir hamle o­nce veziri bir o­ne surmustun, simdi yine bir o­ne suruyorsun, gitmek istedigin kare buysa tek hamlede de gidebilirdin. Cocuk duygularini aciklayamadi. Tamam, taslarin nasil hareket ettigi kolay, bir de sahi almak, yok yok mat etmek lazim, ama nasil? “Plan kurup o plana gore hareket etmek gerekir” Sekiz yasindaki bir cocuk icin cok aciklayici degildi bu sozler. Mat etmeden o­nce, daha dogrusu mat etmek icin ne yapmak gerektigi acik degildi. Iki hamle sonra cocuk atiyla sah cekti. Saaah! diye bagirdi sevincle. Baba sah ceken ati filiyle aldi. Bak, bu da sacmaydi, sonunda mat etmeyeceksen sah cekmenin bir anlami yok. Gordun mu atini aldim iste.

Alti yil boyunca kurallar belirlenmisti. Hamle geri alinmayacak, dokunulan tas oynanacak, ve baba her seferinde tum gucuyle oynayacak. Bir sefer bile olsa bilerek kaybetmek, hatta oyun heyecanli olsun diye bile olsa yanlis hamle yapmak yok.

Cocuk biraz sonra oyunu kaybetti. Alti yil boyunca babasiyla oynadigi her oyunu kaybedecekti.

Anne, bu egitim metodunun dogrulugundan emin degildi. Yahu, minicik cocukla nasil boyle ciddi ciddi oynuyorsun, bir kere olsun kaybetsen nasil sevinecegini goruyor musun? Nasil bu kadar duygusuz olabiliyorsun? Hayir, baba bir kere bile bilerek kaybetmeyecekti, cocuk eglenmek istiyorsa el vurmaca oynayabilirlerdi, ama satranc oynayacaksa, satranc cocuk oyunu degildi, ciddiyetli bir isti.

Baba kazandiktan sonra basit matlari ogretti cocuga. Iki kale ile mat yapmak kolay, merdiven cikar gibi sah diye diye kenara sikistiracaksin sahi. Vezir de kolay sayilir, kendi sahini karsi sahin o­nune getireceksin, bak buna oppozisyon denir, sonra vezirle yandan sah diyeceksin. Gordun mu sah bir geri kacmak zorunda kaldi, boyle boyle sonunda tahtanin kenarina sikisinca da mat edeceksin. Kale ile de ayni seyi yapabilirsin, ama biraz daha dikkat etmek gerekiyor, arada bir bos hamle yapmak gerekebilir, gordun mu kaleyle bir bos hamle yapinca neydi o terim, oppozisyonu saglayabilirsin.

Cocuk o gece mutlu yatti. Ertesi hafta babasi eve elinde bir satranc kitabiyla geldi, bak bu cok hos bir kitaptir, bunu okuyarak satrancini ilerletebilirsin.

Kitap Satrancin Esaslari adinda eskice bir kitapti. Capablanca adinda eski bir dunya sampiyonununmus. Capablanca cok muthis bir oyuncuymus. Ah, ama nasil olur da Alekhin’e kaybeder. Cok kucumsemis rakibini, bir kere kaybedince de bir daha rovans hakki vermemis Alekhin. Yoksa Capablanca havada karada yenerdi o­nu.

Cocuk o­nunde satranc tahtasi, elinde kitap, satranc calisarak gecirdi gunlerini.

-Ben hep yeniyorum babami, n’aber? Siniftaki diger satranc bilen cocuklar hep babalarini yeniyorlardi. Bizimki ise bir kere berabere bile kalamamisti babasiyla. Okula getirilebilecek bir satranc takimi da yoktu, dolayisiyla herkes babasini yenerken kendisinin yenildigi gercegiyle yetinmek zorundaydi.

– Hem sen aptal matini biliyor musun, coban matini biliyor musun? Cocuk sah-piyona sah durumlarinin ne zaman kazanc, ne zaman berabere oldugunu, iki fille mat yapmayi ve atlari fillerden o­nce cikmak gerektigini biliyordu, ama coban matini duymamisti. Daha ogrenecek cok sey vardi!

Her isin bir olcusu olmasi gerektigine inanan butun ebeveynler gibi baba da cocugun satranca zaman ayirmasini celiskili duygularla izlemeye baslamisti. Bak, satranc oynamak iyi hos ama Anadolu Liseleri sinavlarina hazirlanman lazim, sen test cozecegin zamanda satranc calisiyorsun, her seyi dengeli yapmak lazim. Cocuk her seyi dengeli yapmak gerektigi kanisinda degildi. Capablanca’yla Reti’nin kitaplarini iyice bir bitirince muthis bir oyuncu olacakti. Hatta dunya sampiyonu olacakti. (Bir de babasini yenebilse) Anadolu Lisesine girmek cok da o­nemli degildi goruldugu gibi.

Lasker tuhaf bir adammis, pozisyona gore degil, rakibine gore oynarmis. Alekhin arada iyi kombinezon atarmis ama Capablanca’ya yaptigi alcakligi unutmamak lazim. Rubinstein da cok iyi oyuncuymus, yazik, hic dunya sampiyonu olamamis. Tabii, Capablanca en buyukmus. Adam hic acilis calismazmis, yine de herkesi yenermis. 10 yil boyunca hic mac kaybetmemis. Cocuk, Capablanca acilis calismadigi icin, hayati boyunca hic acilis calismadi. Capablanca yapabiliyorsa o niye yapamasin?

Ali Tamur

Anahtar Kelimeler
Ali Tamur
Bir yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir